3 Mart 2008 Pazartesi

NEOLİTİK ÇAĞ M.Ö.8000-5500

NEOLİTİK ÇAĞ (M.Ö. 8000-5500)

Son buzul çağının bitişiyle iklimde meydana gelen değişim daha ılıman ortamda yaşayan bitki ve hayvan türlerinin çoğalmasına olanak vermiş,günümüzdekine benzer doğal bir ortam oluşmuştur. Arpa, buğday gibi bitkilerle koyun, keçi ve domuz gibi hayvanların yabani ataları bu ılıman ortamın flora ve faunasının arasına girmiştir.Bu olumlu değişimin sonucunda insanlık tarihinin ilk büyük devrimi olarak kabul edilen NEOLİTİK DEVRİM yaşanmıştır.

Neolitik devrim insan topluluklarının binlerce yıl boyunca geçimini sağladığı avcılık ve toplayıcılık yerine üretime başlaması yani tarım ve hayvancılığı öğrenmesidir. Neolitik devrim elbette ki dünyanın çeşitli bölgelerinde yaşayan değişik insan guruplarınca aynı anda yaşanabilmiş değildir.Elde edilen arkeolojik verilere göre, bu devrim ilk kez Ortadoğu’da ve M.Ö. 9000-7000 yılları arasında uzun bir süreç sonunda gerçekleşmişti
Bu dönemde Anadolu’nun güney kesimlerinin uygun şartlara sahip olması ve sözü edilen bitki ve hayvan türlerinin doğal yaşama alanı olması nedeniyle Neolitik Çağın ilk kez burada başladığı düşünülmekte ve bu düşünce de arkeolojik verilerle sürekli olarak desteklenmektedir.

İnsan topluluklarının bu dönemde üretime geçmesi bir dizi gelişmeyi de beraberinde getirmiştir. Artık beslenmek için av hayvanlarının peşinde göç etmeye veya tükenen bitkilerin yerine yenilerini aramaya gerek kalmamış, aksine ekilen tohumların yetişmesini, üreyen hayvanların büyümesini uzun süre bir yerde bekleme gereği doğmuştur. Bunun sonucu olarak da insanlar göçebe hayat tarzından yerleşik düzene geçmeye başlamışlar, ilk köy toplumları da böylece yavaş yavaş ortaya çıkmıştır. Güneşte kuruyan çamurun sertleşmesinin öğrenilmesiyle ilk evler, daha sonra da kilin pişirilmesiyle çanak çömlek yapımı gelişmiştir.

Aseramik Neolitik Dönem

Neolitik Çağın ilk evresinde insanoğlu ilk yerleşimleri kurmuş olmasına rağmen henüz topraktan çanak çömlek yapma aşamasına gelememiştir. Bu ihtiyacını ahşap ve taşları oyarak biçimlendirdiği kap kaçaklarla sağlamışlardır. Bu nedenle bu döneme ASERAMİK NEOLİTİK DÖNEM adı verilir.Bu dönemin başlıca merkezleri Çayönü, Nevala Çori, Aşıklıhöyük,Caferhöyük olarak sayılabilir.

Çayönü

M.Ö.7300-6750 yılları arasında yerleşmeye sahne olan Çayönü özellikle mimarisiyle dikkat çeker. Aseramik Neolitik döneme ait üç yapı katında ızgara ve hücre planlı iki değişik mimari yapılanmaya rastlanmıştır.Erken döneme ait olan ızgara planlı yapılarda evlerin tabanı taş ızgaralar üzerine oturtulmuş, dallarla örtülen ızgaralar daha sonra çamur ile sıvanmıştır. Bu şekilde yaratılan hava akımı sayesinde nemden korunma olanağı sağlanmıştır. Daha geç dönem tabakalarında rastlanan hücre planlı yapılar ise birbirinden ayrı olarak bir meydan etrafına inşa edilmişlerdir. İçinde dikili taşların bulunduğu böyle bir meydana ilk kez Çayönü’nde rastlanmıştır. Meydanı çevreleyen binalardan ilk sıradakiler diğerlerinden daha büyük ve özel olarak muhtemelen törensel amaçlarla inşa edilmiştir. Bu iki yapı türü arasında bir de ilginç olarak bir Ata Kültünün varlığını gösteren kesik kafataslarının bulunduğu yine dinsel amaçlı bir yapıya rastlanmıştır. Bu yapının avlusunda bulunan sunak niteliğindeki bir taş insan ve hayvanların kurban edildiğini düşündürmektedir.

Çayönü’nde ilk olarak buğdayın tarıma alındığı ve köpeğin evcilleştirildiği bilinmektedir. Avcılık da üretimin yanında önemli bir şekilde yer almıştır. Aletlerini yapmakta obsidyen ve çakmak taşının yanı sıra kemikten de yararlanmışlardır. Ayrıca çevrelerinde buldukları bakırı da basit yöntemlerle işleyip kullanmışlardır.

Nevala Çori

Üç yapı katına rastlanan yerleşmede 8-10 odalı ve hücre planlı yapılara rastlanmıştır. Üzerinde kol kabartmalarının bulunduğu 3myüksekliğindeki dikilitaşların ve bir insan yontusunun bulunduğu yuvarlak yapılı ve törensel işlevi olduğu düşünülen yapı dikkat çekicidir.

Aşıklıhöyük

M.Ö 7. binin ilk yarısına ait yerleşmelerin bulunduğu höyük Aseramik Neolitik Dönemin ilginç yerleşmelerinden biridir. Henüz üretime geçilmediği halde yerleşik düzene planlı bir şekilde geçilmiştir. Bu durum buraya yerleşenlerin daha önce başka bir yerleşim kurduklarını göstermektedir. Ayrıca yapı malzemesi olarak çevrenin özgün malzemesi olan taş yerine yapay olarak elde edilen kerpiçin kullanılması da bu düşünceyi desteklemektedir. Aşıklıhöyük’de evler gruplar halinde tek,iki veya üç gözlü olarak inşa edilmiş olup aralarında sokaklara rastlanmıştır. Yakınlarında bulunan Melendiz Dağı kaynaklı Çiftlik yöresi obsidyenini işlemişler ve önemli ölçüde ticaretini yapmışlardır.Ticaretten elde ettikleri gelir ve çevrelerinde bulunan av hayvanlarının bolluğu nedeniyle üretimle uğraşmadıkları düşünülmektedir.

Neolitik Dönem
Akeramik Neolitik dönemden sonra insanlar yavaş yavaş kilin özelliklerini keşfetmeye başladılar. Kilin şekillendirilip ateşte pişirilmesiyle seramikli dönem başlamış oldu. Bu dönem seramikleri monokrom olarak yapılmıştır. Acemice pişirme teknikleri yüzünden genellikle dışları siyah, içleri ise kırmızı kalmaktaydı.Seramikli Neolitik Erken ve Geç Neolitik olmak üzere iki evrede incelenmektedir.

Erken Neolitik Dönem
Bu dönem yerleşmeleri daha çok Anadolu’nun güney yörelerinde yoğunlaşmışlardır. Çatalhöyük binden fazla konut ve 6000’e ulaşan nüfusu ile Yakın Doğunun en büyük Neolitik yerleşmesi olarak kabul edilmektedir. Biri doğuda diğeri batıda olmak üzere iki höyükten oluştuğu için bu adı almıştır. Erken Neolitik tabakaları doğu höyüktedir. M.Ö.6250-5400 yıllarına tarihlenen Çatalhöyük Konya Ovasının en verimli yerine kurulmuştur. Hasan Dağı kaynaklı zenginobsidyen yataklarına da yakın olan Çatalhöyük bu avantajı hem obsidyen işlemede hem de obsidyen ticaretinde iyi kullanmıştır.
Çatalhöyük evleri taş temeller üzerine kerpiçten, tek katlı ve düz damlı olarak inşaa edilmişlerdi.Evler birbirlerine bitişik olarak yapıldıkları için aralarında sokaklar bulunmuyordu. Fakat evler arasında yer yer büyük avlular bulunmaktaydı. Ulaşım düz damlar üzerinden sağlanmaktaydı. Evlerde kapı pencere gibi oluşumlar bulunmamaktadır. Evlere giriş dam üzerindeki bir açıklıktan sağlanmakta ve bu açıklık aynı zamanda baca görevini görmekteydi. Evlerin içlerinde ocak, fırın, küçük depolar ve oturma yatma gibi işlevleri olan sekiler bulunmaktaydı. Ölüler bu sekilerin altına bacaklar karına çekik (hoker)durumda ve sepetler içerisinde gömülmekteydi. 20-25 metrekare genişliğindeki dikdörtgen planlı bu evlerin yanı sıra daha büyük ve daha özel yapıldıkları fark edilen binalar bulunmaktaydı. Sayıları 63’ü bulan bu yapıların duvarları beyaz kille sıvanmış daha sonra da av, tapınma ve daha birçok konudaki renkli fresklerle bezenmişlerdir. Tapınak olarak nitelenen bu yapılardan ele geçen pişmiş topraktan yapılmış kadın figürinleri bir Ana tanrıça inancının varlığına işaret etmektedir.Yine bu yapılarda Ana tanrıçanın doğa üzerindeki egemenliğini simgeleyen arslan, boğa, geyik gibi vahşi hayvan figürin ve kabartmalarına da rastlanmıştır.

Avcılığın önemi sürmesine rağmen tarım ve hayvancılık oldukça ilerlemiştir. Buğday, arpa, mercimek, bezelye gibi ürünler tarıma alınmıştı. Önce büyük baş hayvanlar daha sonra da koyun ve keçi evcilleştirilmiştir. Seramikler elde biçimlendirilip tek renkli olarak,kalın çeperli, ağır ve basit şekillerde yapılmışlardır. Seramiklerin yanında dokumacılık ve sepetçiliğin varlığı mezar buluntularından anlaşılmaktadır.

Bu dönemin diğer önemli merkezleri arasında Köşkhöyük(Niğde), Erbaba(Beyşehir), Kuruçayhöyük (Burdur), Yümüktepe(Mersin), Gözlükule(Tarsus) sayılabilir.

Geç Neolitik Dönem:

Bu dönem ekonomisinde avcılığın yeri oldukça azalmış, bunun yerine kuru tarım yaygınlaşmıştır. Çanak çömlek yapımı da iyice yaygınlaşmış, elde biçimlendirmenin devam etmesine rağmen daha ince çeperli, daha iyi pişirilmiş, kahve, gri, devetüyü renklerinde seramikler yapılmıştır.Oldukça az sayıda krem astar üzerine kımızı bezemeli kaplara da rastlanmıştır. İlk olarak insan başı ve hayvan biçimli kaplara da bu dönemde rastlanır. Yaşama biçiminin değişimiyle birlikte inanç sisteminde de değişiklikler ortaya çıkmıştır. Av ile ilgili sahneler unutulmuş yerine üreme, çoğalma kaygısı ile ilgili olarak Ana tanrıça inancı yaygınlaşmıştır. Kadının doğurganlığı ön plana çıkmış, avcılıkla birlikte doğumdaki rolü henüz bilinmeyen erkek ikinci plana itilmiştir.Ortak kutsal alanlarda azalmış, ölüleri yerleşme dışına gömme geleneği başlamıştır.
Çatalhöyük, Hacılar, Can Hasan, Kuruçay, Gözlükule, Yümüktepe,Fikirtepe bu dönemin önemli yerleşmelerindendir. Geç Neolitik dönemin sonlarında Konya Ovası ve Göller Yöresi yerleşmeleri nedeni bilinmeyen birtakım yıkıcı felaketten olumsuz olarak etkilenmişlerdir. Birçok yerleşme yeri büyük yangınlardan sonra terk edilmiş, batıya taşınan Çatalhöyük gibi kimileri de yer değiştirmiştir.

http://www.turkeyif.com/neolitik_cagprotohistorya-t30542.0.html

TARİH ÖNCESİ VE HİTİT

TARİH ÖNCESİ VE HİTİT
Edibe Uzunoğlu - Gülay Topaloğlu
Eski coğrafyacıların Küçük Asya adını verdikleri Anadolu, Asya ile Avrupa arasında uzanan, üç yanı denizler ve sıradağlarla korunmuş bir yarımadadır. Farklı iklim kuşaklarında bulunması ve bereketli topraklarıyla yüzyıllar boyunca insanoğlunun göçlerine uğramış olması nedeniyle, çeşitli yönlerden gelen toplulukların oluşturdukları uygarlıklara yurt olmuştur.Kazılarda ortaya çıkarılan kalıntılar, Anadolu’daki en eski insan topluluklarının Paleolitik çağ ya da “Eski Taş çağı” ile “Mezolitik çağ” denen Orta Taş çağında yaşamış olduklarını belgelemektedir. Arkeolojinin yanı sıra öteki bilim dallarınca da desteklenen araştırmalar sonucunda, bu çağların, İ.Ö. 600.000 ile 8.000 yılları arası gibi çok uzun bir zaman aralığını kapsadığı ortaya konmuştur. Paleolitik çağ insanlarının yaşamları tüketim ekonomisine dayanıyordu. Besinlerini avlayarak ve toplayarak elde ediyorlardı. Henüz göçebe hayatı sürdüren bu insanlar, kendilerine barınak olarak mağaraları ve kaya sığınaklarını seçmişlerdi. Bol av ve besin bulabilecekleri yerlere göç ediyorlar, avlanabilmek ve öteki yaşam gereksinmelerini sağlayabilmek için alet edevata ihtiyaç duyuyorlardı. Bu insanlar, doğada hazır buldukları taşları kullanmanın yanında, kırılgan bir özelliğe sahip çakmaktaşını keşfetmişler ve çeşitli aletler yapmışlardır.Paleolitik çağ, uygarlık tarihinin ilk sayfasını oluşturmaktadır. Bu dönemin en özgün ve işlevsel aletleri ise balta şeklinde biçimlendirilmiş olan “el baltaları” ve “kazıyıcılar”dır. Geniş bir zaman dilimini kapsayan Paleolitik çağın son dönemlerinde büyüsel ve dinsel inançlar oluşmaya başlamış, barınakların duvarları, av ve bereketle ilgili resimlerle süslenmiştir.Paleolitik çağın bir üst aşamasına ise Mezolitik çağ denir. Bu dönemde insan, alet çantasını daha da zenginleştirmiş, yaşamını kolaylaştırmaya çalışmıştır. Yontma taş endüstrisi daha ince bir işçilik kazanmış, alet boyları oldukça küçülmüştür. “Mikrolit” olarak adlandırılan geometrik biçimli minik mesnelerin, boynuz, kemik, odun türünden maddelerden yapılmış saplara dizilerek, orak benzeri aletler gibi kullanıldığı biliniyor. ınsanoğlunun yaşam biçiminde ilk köklü değişim, Neolitik çağda olmuştur. Bu döneme, “Yeni Taş çağı” ya da “Cilalı Taş çağı” diyoruz. ınsan, artık, çevresindeki bitki ve hayvan cinslerinden bazılarını evcilleştirmiş, bu yolla bir üretim aşamasına varmıştır. Buna bağlı olarak, avcı ve göçerler yerleşik bir yaşam düzenine ulaşmışlar, ilk köyler kurulmaya başlanmıştır.ılk üretimciliğe geçiş evresinde kurulan köylerin ıimdiye kadar tanıdığımız en eskisi ise, Diyarbakır yakınlarındaki Çayönü Tepesi’dir. Bu dönemin bir kültür tabakalaşması içinde incelenen 1.evresi, araştırma sonuçlarına göre İ.Ö.7250 - 6750 yılları arasına tarihlenmektedir. Kazılar sonucu gün ışığına çıkan mimari, ilk üretim aşamasındaki bir köy yapılaşması için olağanüstü boyutlardadır. Izgara ve hücre planlı alt yapıya sahip binalar, bunun birer kanıtıdır. Çayönü evleri, dikdörtgen plana sahip, ker*** duvarlı ve düz damlı yapılardır.Çayönü sakinleri, Anadolu’nun en eski çiftçileri olmuşlardır. Buğdayı tarıma almış olan bu insanlar, çeşitli saplara takılmış kesiciler, öğütme taşları, tokmak gibi aletleri besi üretimi için kullanmışlardır. Çayönü halkı, madeni de ilk kez kullanan Neolitik çağ köylüsüdür. Çevrede bol miktarda bulunan bakırı döverek işlemiş ve çeşitli süs eşyaları yapmışlardır. Çok gelişkin bir köy yaşantısına sahne olan Çayönü, her biri ayrı bir olgunun simgesi heykelcikler, süs takıları, taş ve kemik aletlerle günümüze ölü bir köy olarak gelmiştir.Yakındoğu, Anadolu ve Ege dünyasının en büyük ve en gelişmiş Neolitik merkezi olan Çatalhöyük (İ.Ö.6500 - 5750), Konya’nın güneydoğusundadır. Çatalhöyük insanları, bitişik düzende inşa edilmiş, dikdörtgen planlı evlerde oturuyorlardı. Çayönü’ndekilerin aksine, bu evlerde kapı yoktur. Evlere giriş çıkış, bir merdiven aracılığıyla damlardan yapılıyordu. Dikdörtgen planlı yapılarda duvarlar, içte ağaç dikmeler ve payelerle desteklenmiştir. Odalarda ise bir ocak ya da fırın bulunuyordu. Duvarların önüne yatmak ve oturmak için yapılan sekilerin altına aynı zamanda, ölüler de gömülmekteydi.Kırktan fazla kutsal mekan ve tapınağın varlığı, bize, Çatalhöyük’ün önemli bir tapınma merkezi olduğunu düşündürüyor. Bu mekanların duvarları, sıva üzerine av-bereket büyüsü ile ilgili sahneler ve dinsel resimlerle süslenmiştir. Kabartma olarak yapılmış leoparlar, boğa ve koç başları, boğa doğuran tanrıça gibi figürler, süsleme ögesi olarak kullanılmıştır. Bu mekanlarda geometrik süslemelere de sıkça rastlanır.Öte yandan, pişmiş toprak ve taştan yapılmış tanrıça heykelcikleri, binlerce yıldır önemini korumuş olan ana tanrıça kültünün bu çağlardan beri var olduğunu kanıtlamaktadır.Çatalhöyük sakinleri için avcılık çok önemliydi. Bu nedenle av bereketi için görkemli törenler düzenlemiş, türlü silahlar yapmışlardır. Bir erkek mezarında bulunmuş ve ölüye armağan olarak bırakılmış olan hançer (Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi), bu konuda eşsiz bir örnektir. Ana malzemesi çakmaktaşı olan bu hançerin, kemikten yapılmış sapı ise sarılmış yılan biçimindedir.Gelişkin bir kültüre sahip Çatalhöyüklüler, doğa olaylarından da etkilenmişlerdir. Yöredeki volkanik Hasandağı’nın patlaması olduğu sanılan bir duvar resmi, o dönemden günümüze kalan önemli belgeler arasındadır. Ayrıca, Çatalhöyüklülerin maden kullandıklarını da günümüze gelmiş bazı nesnelerden anlıyoruz. Madeni süs eşyaları, takılar, damga mühürler ve çeşitli aletler, bu açıdan bizim için birer kültür mirasıdır.Neolitik çağ kültürünü yansıtan bir başka yerleşme de Burdur’un güneybatısındaki Hacılar’dır. Bu dönemde yapılan ve İ.Ö. 5700 - 5600 yıllarına tarihlenen kaplar, daha sonraki Kalkolitik çağın olgun çanak çömlek tekniğinin ilk öncüleridir. Burada bulunmuş olan kadın başı biçimindeki törensel kap (Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi), büyük bir olasılıkla ana tanrıçanın başını simgelemektedir.Binlerce yıl sonra yazılacak Hitit çivi yazılı belgelerinde tanrıların kutsal hayvanları ya da onların yalnızca başları biçimindeki kaplar “Bibru” olarak adlandırılacak, bunlarla içilen içki ile tanrının kendisinin içildiğine ve bu yolla onunla bütünleşildiğine inanılacaktır. Bu geleneğin, Anadolu’da çok eski olduğunu da Hacılar buluntuları kanıtlamaktadır. Öte yandan, Çatalhöyük’teki ana tanrıça betimli heykel geleneği, Hacılar’da da sürmüştür. Yalnız, Hacılar’daki örnekler daha stilize ve şematik bir üslupla yapılmıştır.Neolitik çağın devamı ise, “Bakır Taş çağı” dediğimiz Kalkolitik çağdır. Bu dönem, İ.Ö.5500 - 3200 yılları arasına tarihlenir. Kalkolitik çağda Anadolu’nun kıta özelliği daha belirgin olarak ortaya çıkar. Geniş bir alana yayılmış yerel kültürler, kimi zaman birbirlerinden etkilenir, kimi zaman da birbirlerine bağlanırlar. ılk Kalkolitik çağın ıimdiye kadar tanıdığımız en parlak kültürü, Hacılar’da gelişmiştir. Hacılar halkı, mutfak, kuyu, işlik, atölye, tapınak gibi farklı işlevleri olan yapılar inşa etmiş, tüm bu bölgeleri dış etkilerden korumak için kalınlığı zaman zaman üç metreyi bulan sur duvarları yapmıştır. Üretime dayalı yerleşik toplum düzeninin yaygınlaşması, ilişkilerin farklı boyutlar kazanmasına neden olmuş; bu ilişkilerin olumsuz yanları da birtakım savunma sistemlerinin doğmasına yol açmıştır.Hacılar sakinleri, gerek çanak çömlek yapımında gerekse onları renkli bir biçimde süslemede, üstün bir düzey tutturmuşlardır. Bu, yalnız Anadolu için değil, tüm Önasya ve Ege dünyası için de bir doruk noktası sayılır. Hacılar’da Neolitik çağın son dönemlerinden beri yapılan pişmiş topraktan tanrıça heykelleri, ıimdi, daha stilize bir üslup kazanmışlardır. Bu dönem örnekleri, ılk Tunç çağında görülecek olan ana tanrıça simgelerinin, idol tiplerinin öncüleri sayılırlar.Güney ve Doğu Anadolu’daki Kalkolitik çağ yerleşmeleri ise, Suriye ve Mezopotamya kökenli kültürlerin izlerini taşır. Bu bölgenin özgün çanak çömleklerini de koyu yüzlü perdahlı olarak çeşitli formdaki pişmiş toprak kaplar oluşturur. Bugün Keban baraj gölü altında kalmış olan Tepecik yerleşmesinde ele geçen, koyu yüzlü perdahlı kaplar, iyi işçilik sergileyen örnekler arasındadır.Atatürk barajı nedeniyle yapılan kurtarma kazıları ve Malatya Arslantepe kazısı, Doğu Anadolu’nun gerek Malatya-Elazığ ve gerek Adıyaman-Urfa yörelerindeki kültür gelişimine ışık tutan sonuçlarını vermeye başlamıştır. Malatya’nın kuzeydoğusundaki Değirmentepe’de bulunan ve “Bulle” olarak adlandırılan mühür baskılı kil topanları, olgun bir ticaretin varlığını kanıtlıyor. Çeşitli kaplara konan ticari mallar iyice bağlandıktan sonra, bağ üzerine konan ıslak kile ilgili kişinin ya da köyün mührü basılıyor; böylelikle, ticari mallar bir tür emniyet altına alınıyordu.Bakırın ilk kez kullanılmaya başlandığı Kalkolitik çağın öteki yerleşme merkezleri arasında, ıç Anadolu’da Alişar ve Alacahöyük, Batı Anadolu’da Beycesultan, Kuzeybatı Anadolu’da İstanbul Fikirtepe ve Pendik ilk akla gelenlerdir.Daha sonra, İ.Ö. 3200 - 1800 yılları arasında oluşan bir kültür zinciri gelmektedir. Bu dönem, Tunç çağı olarak adlandırılır. Bu dönem adını, bakıra en az % 10 kalay karışımı sonucu ortaya çıkan bir alaşımdan almaktadır. Tuncun yanı sıra tüm madenler, bu arada altın, gümüş gibi değerli olanlar da olağanüstü bir düzeyde işlenmiştir. Bu, Neolitik çağda Çayönü’nde bakırın ilk kez işlenmesiyle başlayan binlerce yıllık bir deneyim ve evrimin sonucudur. İ.Ö.3000 - 2000 yılları arasındaki dönem, ılk Tunç çağı olarak adlandırılır. Madencilik gelişmeye başlamış, uzmanlık gerektiren meslek grupları ortaya çıkmış, buna bağlı olarakda iş bölümüne dayalı kent yaşamı doğmuştur. ılk siyasi örgütlenme de bu dönemde başlamıştır.Anadolu’nun hemen tüm bölgelerine yayılmış olan bu dönem yerleşmeleri arasında Malatya yöresindeki Arslantepe, önemli bir örnektir. Arslantepe, Tunç çağında bir beylik merkezi olarak karışmıza çıkmaktadır. Bu yerleşmedeki en önemli buluntu topluluğunu madenler oluşturmaktadır. Bunlar arasında kılıçlar, ıimdiye kadar tanınan en eski örneklerdir.Çağın özellikle son evrelerinde, gelişim Orta Anadolu’nun kuzeyinde olmuştur. Alacahöyük, Horoztepe, Mahmatlar, Hasanoğlan, Eskiyapar, ıkiztepe önemli buluntu merkezleridir.Alacahöyük’te soylu beylere ait mezarlar bulunmuştur. Etrafı taş duvarlarla çevrili dikdörtgen odadan oluşan bu mezarların, birkaç kuşak boyunca kullanılmış olduğu sanılmaktadır. Bu mezarlarda, göz kamaştırıcı zenginlikte ölü armağanları bulunmuştur. Altın kaplar, boğa ve geyik heykelleri, değerli taş ve maden takılar, çeşitli törensel semboller bu örnekler arasında ilk akla gelenlerdir. Mezarlardaki ölü armağanları arasında, ana tanrıça heykelciklerine de rastlıyoruz. Alacahöyük mezarlarında bulunmuş, elele tutuşan iki kadından oluşan stilize ikiz idol, altın dövme tekniğinde değerli bir örnektir. Ana tanrıçayı simgeleyen bir başka örnek ise, Hasanoğlan heykelciğidir. (Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi, İ.Ö. 3. bin yıl sonu). Bu örnek gümüş ile altın kullanılarak dökme ve kaplama tekniği ile yapılmıştır.Batı Anadolu bölgesinde en önemli merkez ise Troya’dır. I-V arasındaki tabakalar, ılk Tunç çağına aittir. Troya, I. tabakadan itibaren çevresi surlu müstahkem bir kenttir. Coğrafi konumu nedeniyle de doğudan ve batıdan gelen etkilere açıktır. Yapılar girişi dar taraftan olan bir plan gösterirler (megaron). Giriş yönündeki duvarların öne doğru uzantısı ise bir sundurma oluşturur. Evler, saraylar, tapınaklar hep bu ana plandan gelişmiştir. Öte yandan, kadın biçimindeki kap ve kapaklar, ana tanrıça betimlerinin çanak çömlek alanındaki örnekleridir. Troyalılar madencilik konusunda üstün bir bilgi ve beceriye sahiptiler. Yerleşimi oluşturan çeşitli tabakalardan ele geçen hazineler, bu üstünlüğü açık bir biçimde kanıtlamaktadır.İ.Ö. 3. bin yılda yazı Anadolu’da henüz bilinmiyor, ama Mezopotamya’da kullanılıyordu. Bu tarihlerde Anadolu için Tarih Öncesi Çağlar geride kalmış, Protohistorik çağlara girilmiştir. ılk Tunç çağının sona erdiği 2. bin yıl, Anadolu’da Hitit dönemi olarak tanımlanır. Tunç çağı boyunca doruk noktasına ulaşan madencilik, bir yandan da, bölgeler ve ülkeler arası ticaretin yaygınlaşmasına neden olmuştur. Gerçi Küçük Asya zengin altın, gümüş ve bakır yataklarına sahiptir. Ama, tunç alaşımında kullanılan kalay bakımından fakirdir. Bu durum, Mezopotamya’daki Asurlu tüccarları harekete geçirmiştir. Bu tüccarlar, Anadolu’da yerli krallıkların koruyuculuğunda pazar yerleri “karumlar” kurarak ilk ticaret örgütünü gerçekleştirmişlerdir. Kurulan bu yoğun ticari ilişkiler yoluyla, yazı da Anadolu’da kullanılmaya başlanmıştır. Baş pazar yeri ise, Kayseri yakınındaki Kültepe’de Kaniş Krallığının koruyuculuğundaki “Karum Kaniş”tir. Bulunan çivi yazılı tabletlerde bu ticaretin nasıl gerçekleştiği, neler satıldığı, ne kadar masraf yapıldığı en ince ayrıntısına kadar anlatılmaktadır.Hititler Anadolu’ya, ılk Tunç çağının son yıllarında küçük gruplar halinde girmişlerdir. Ancak, nereden geldikleri konusu, tam aydınlanmamıştır. Hitit uygarlığının temelleri, ı.Ö. 18. yüzyıl ortalarında, Asur ticaret kolonilerinin son bulmasına kadar geçen süre içinde atılmıştır. Bu dönem, Anadolu için bir altın çağdır. Geleneksel kültürle Suriye ve Mezopotamya’ya özgü niteliklerin kaynaştığı olağanüstü bir alaşım söz konusudur. “İlk Hitit Evresi” olarak tanımlanan bu çağda çanak çömlek eski Anadolu geleneğini sürdürmüştür. Çeşitli formdaki törensel kaplar oldukça yaygındır. Bunlar arasında hayvan, çarık ya da çizme biçimli özgün örnekler bulunmaktadır. Bu arada, Kültepe Kaniş Karum’undan kadın ve erkek yüzü kabartmalı, boynuz kulplu törensel kap (Ankara Anadolu medeniyetleri Müzesi, İ.Ö. 19. yüzyıl), baş tanrı ve tanrıçanın birlikte betimi olarak yorumlanabilir.Kuşar Kralı Anita ile başlayan Hitit Devleti, İ.Ö. 1600 yıllarında I. Labarna ile devam etmiştir. Labarna, Kuşar’da bulunan başkenti, bugün Çorum’a bağlı Boğazkale’deki Hattuşa’ya taşımıştır. Bu kent, Hitit Devletinin yıkılış tarihi olan İ.Ö. 1200’e kadar başkent olarak kalmıştır. Hattuşa, çevresi 7 km.yi bulan surlarla kaplı idi. Kentin çeşitli yönlerde birçok kapısı bulunuyordu. Bunların en önemlileri ise güneydeki üç kapıdır. “Kral kapısı” olarak adlandırılan birinci kapının iç kısmında bir kral kabartması bulunmaktadır. En güneyde, yapay bir tepenin üzerindeki “Yer kapı”nın altında ise potern olarak adlandırılan büyük bir yeraltı geçidi bulunmaktadır. Bu kapıda ayrıca, ikisi kent dışına, ikisi de kent içine dönük dört sfenks yer almaktadır. Güney surunun batısında ise “Aslan kapı” bulunmaktadır. Bu kapının dışa bakan kısmında ise, aslan protonları vardır.Hattuşa’da bugüne kadar yedi tapınak gün ışığına çıkarılmıştır. Kent törensel bir yolla, 2 km. kuzeydoğuda yer alan ünlü açık hava tapınağı Yazılıkaya’ya bağlanıyordu. Yazılıkaya, duvarları kabartmalarla süslü iki kaya boıluğundan oluşur. Önünde ise bir tapınak yer alır. Birinci ana boılukta, kuzeyde Hitit tanrılar dünyasının baş tanrı ve tanrıçasının karışlıklı kabartmaları bulunmaktadır. Ayrıca tüm duvarlar, çeşitli tanrı ve tanrıçaların kabartmaları ile doludur. Birinci boıluktaki bir başka önemli kabartma ise, kral IV. Tuthaliya betimidir. Hitit dini çok tanrılıdır. Bu, Yazılıkaya kabartmalarında açık bir biçimde izlenebilir. ıkinci kaya boıluğunda yer alan, arka arkaya sıralı 12 tanrı kabartması, bunun güzel bir örneğidir.Hitit sanatının en yetkin örneklerini heykel ve kabartma alanında buluruz. Bu alandaki örneklere, belli başlı bütün Hitit merkezlerinde rastlanır. Alacahöyük sfenksli kapı kabartmaları, en özgün yapıtlardan biridir. Küçük heykel ve kabartma sanatının konusu da dinseldir. Altından tanrı ve tanrıça heykelcikleri ile dağ kristali tanrı heykelciği (Adana Müzesi, ı.Ö. 14/13. yüzyıl), bu alandaki yetkin örneklerdir.Hititler genellikle, Anadolu’ya özgü bir mühür tipi olan damga mühürü kullanmışlardır. Altın, gümüş ve tunçtan yapılmış bu tür mühürlerin yanı sıra, Mezopotamya ve Suriye ile olan ilişkilere bağlanabilecek olan, silindir mühürlere de rastlanır.Dini anlayış, çanak çömlek yapımında da kendini belli etmiştir. Dini işlevi olan çanak çömleğin yapımına çok özen göstermişlerdir. Çivi yazılı belgelerden tanıdığımız bibrular, bu türün önde gelen örnekleridir. Fırtına tanrısı şarruma’nın iki boğasını (Hurri-şerri) betimleyen heykel biçimli kaplar (ryhtonlar), bu konunun en özgün yapıtlarıdır (Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi).Bir başka önemli çanak çömlek grubunu ise, libasyon testileri diye adlandırılan örnekler oluşturmaktadır. Bunlar, tanrılara içki sunma işlevi taşıyan kaplardır. Bu testilerin en belirgin özelliği, gaga ağızlı olmalarıdır. Çivi yazılı belgeler, gerek bibruların gerek libasyon testilerinin madenden yapıldıklarını belirtiyor. Ama elde yalnızca pişmiş topraktan yapılmış olanlar vardır. Ancak, bunların yapımında maden kapların örnek alındığı belirgindir.Anadolu’daki ilk siyasi birliği oluşturan Hitit İmparatorluğunun varlığı, batıdan gelen kavimlerin istilası sonucunda, ı.Ö. yak. 1180’de son bulur. Ancak, Anadolu’da sürekli bir gelişim söz konusudur. Yeni kavimler, devraldıkları kültür mirasına kendilerine özgü olanı da ekleyerek, başka başka uygarlıklar oluşturacaklardır.

2 Mart 2008 Pazar

TARİH ÖNCESİ SANAT

“ Geçmişten habersiz olmak demek her zaman çocuk kalmak demektir. “ CİCERO

TARİH ÖNCESİ SANAT
Yazının kullanılmasını baz alarak tarih devirlere ayrılmaktadır. Yazı Sümerler tarafından M.Ö. 3200'de ilk kez kullanılmıştır.Tarih öncesi devirlere ait bilgilerimizi yeni bir bilim olan ve 19. yy kurulan Prehistorik Arkeoloji vasıtası ile elde ediyoruz.Uygarlık yönünden tarih öncesinde iki büyük çağ görürüz.
Bunlar; Taş Devri ve Maden Devridir.


YAZININ KULLANILMASINA GÖRE DEVİRLER

1- TARİH ÖNCESİ DEVİRLER (PREHİSTORİK)
A-TAŞ DEVRİ
Kabataş Devri (Paleolitik Devir) M.Ö. 60.000 - 10. 000
Yontmataş Devri (Mezolitik) M.Ö. 10. 000 - 8000
Cilalı Taş Devri (Neolitik) M.Ö. 8000 - 5000

B-MADEN DEVRİ M.Ö. 5000 - 3200
Bakır Devri (Kalkolitik Devri) M.Ö. 5000-4000
Tunç Devri (Bronz Devri) M.Ö 4000-1200
Demir Devri M.Ö. 1200-500

2-TARİH DEVİRLERİ (HİSTORİK)
A-İLKÇAĞ M.Ö. 3200 - 476
B-ORTAÇAĞ 476 - 1453
C-YENİÇAĞ 1453 - 1789
D-YAKINÇAĞ 1789- ...

TARİH ÖNCESİ DEVİRLER VE SANATLARI

PALEOTİK DÖNEM M.Ö. 600.000 - 10.000

Günümüzden yaklaşık 400 bin yıl önce bu insanlar mesken olarak doğanın onlara vermiş olduğu mağraları ya da açık havada çalı çırpı ve hayvan postlarıyla yaptıkları çok ilkel barınakları kullanıyorlardı. Bu barınaklar besin kaynaklarına göre değişmekteydi. Bu çağdaki yani buzul ve buzulla rarası dönemin insanları avcılık ve toplayıcılık yapıyorlardı. Çakıl taşlarından yada etraflarında buldukları metaryallerden basit aletler yapıyorlardı. Bu aletlerin teknolojik gelişimine göre bu dönem alt,orta ve üst paleotik dönem olarak üç ana bölüme ayrılmaktadır.
Paleotik dönem'de Avrupa’da özellikle Fransa ve İspanya'da insanlar çoğu kez derin,ulaşılması hemen hemen olanaksız yörelerde, kimileri göz alıcı kümeler halinde oyma ,boyama resimler yapmışlardır. Resim sanatının en iyi örnekleri arasında yer alan Fransa'nın Periford yöresindeki Lascaux ve Kuzey İspanya'nın Cantabrian yöresindeki Altamira mağrasındaki betimlemeler 20 bin yıl önce yaşamış halkların ürünleridir.(1) .
Paleotik dönemde Anadolu da en eski yerleşme yeri İstanbul'daki Küçükçekmece gölünün kuzey ucundaki Yarımburgaz Mağrasıdır.Alt paleotik dönemden başlayıp Roma-Bizans dönemine değin süreklilik gösteren 16 tabaka içerir.
Anadoludaki ikinci önemli yerleşme yeri de Antalya'nın 30km kadar kuzeybatısında yer alan Karain Mağrasıdır. Alt paleotik çağdan başlayıp Roma çağına kadar süren 8 tabaka ortaya çıkarılmıştır.Bu mağrada üst paleotik döneme ait hayvan figürleri ile kazı bezemeli çakıl taşları bu çağ avcılarının zevkinin göstergeleri arasındadır.
Güneydoğu Anadolu’da Samsat yöresindeki Şehremuztepe, Antakya'da Samandağ’da Çevlik,Antalya da duvarında öküz resmi olan Öküzini, Gaziantep'te Dülük vadisinde Şarklı Mağrası paleotik döneme ait yerleşmelerdir,
Bu dönemde varlığını koruyabilmek için sürekli olarak acımasızca bir savaşın içinde bulunan ilk insanların ortaya koydukları eserler bir amaca yönelik, kullanılmak için yapılan bir sanattır; dine ve av büyüsüne hizmet eder.Bugün de yeryüzünde yaşamakta olan ilkel topluluklardan da bildiğimiz gibi,bir resme sahip olmak,o resmin canlandırdığı şeye sahip olmakla bir tutulmaktadır.Erken Dönemde insanlar nerde yaşarlarsa yaşasın sanat toplumsal ve kültürel etkinliklerin bir öğesi olmuştur. Paleotik dönemde kilden yada taştan yapılmış kadın figürlerine bilim adamları Venüs adını takmıştır.Göğüs ve kalça bölümleri cinsellik ve doğurganlığı simgelemek üzere iyice abartılı bir biçimde işlenmiştir.(2)
Fildişine oyulmuş mükemmele yakın minyatür at betimlemeleri, mağara duvarına yapılmış görenleri ürperten dev boyutlarda renkli bizon,at,mamut resimleri, rengeyiği boynuzuna işlenmiş ilginç kompozisyonlar(bir fok,bir somon,bir yılan,bir minik çiçek,kimi yapraklar ve başka işaretler),gerdanlık olarak pek çok etçil hayvanın dişi,mağralara gizemli bir biçimde düzenlenmiş imgeler,yarı insan yarı hayvan canavar figürleri işte bütün bunlar paleotik dönemin sanatını oluşturuyor.


MEZOLİTİK DÖNEM M.Ö. 10.000 - 8000
Günümüzden 12 bin yıl önce Paleolitikten Neolitike geçişi hazırlayan ara bir evreydi.Buzulların kuzeye doğru çekilişiyle günümüzdekini andıran yeni çevre ortamları yaratılıyordu.İklim gittikçe yumuşamaya başlamıştır.Bitki örtüsü de sıklaşmaktadır.Irmak,göl ve deniz kıyılarında daha uzun kalınmasının sonucu olarak avcı-balıkçı kültürü gelişmiştir.Bazı yerlerde de sürekli kalınması sonucu tarla kültürü belirmeye başlar
Anadolu da bu dönem en önemli yerleşim merkezleri Antalya'nın 50km güneybatısındaki Beldibi ve Belbaşı Mağaralarıdır.
Bu dönemim en çarpıcı özelliği mikrolit denen küçük taş aletlerdir. Bu dönemde ortaya çıkan yeni hayvan türleri, insanları avcılıkta önemli bir teknolojik gelişmeye zorlamış ok ve yay keşfedilmiştir.
Kimi Mağaralar kırmızı boya ile yapılmış insan ve hayvan resimleriyle süslenmesi bu dönem insanının sanatsal yaklaşımlarda bulunduğunu gösterir.
Bu devirde yapılan resimler mağaraların kuytu karanlıklarında kalmayıp kaya yüzeylerine kazılarak,çizilerek ve boyanarak yapılmıştır.(B.Sahra’daki resimler)
Daha önceki dönem sanatlarında grup resimlerinin olmamasına karşın ,mezolitik dönem de toplu yapılan av sahneleri,birbirleriyle savaşan insan resimleri karşımıza çıkar.Eskinin gerçeğe çok bağlı resimlerini,bu çağda önemli olanı vurgulayan,soyutlayan bazen de sadece çizgisel simgeler oluşturan bir sanat almıştır.

SANAT’TA İLK SOYUTLAMANIN BAŞLAMA NEDENLERİ

Buzul çağının sonuna kadar Eski Taş Çağı’nda insanlar yiyeceklerini doğadan hazır alarak temin ediyorlardı.Avcılık yapıyor,yabani meyveleri topluyorlardı.Taştan baltasını,ağaçtan yay ve mızrağını,kafataslarından kap kaçağını yapıyordu.Avı için büyü yapıyor tuzaklar kuruyor, avını kayalara resmeder ve resimde onu öldürürdü.Böylece avını yakalayacağına inanıyordu.Yani insanın tüm düşüncesi hayvanla ilgiliydi.Henüz neyin iyi neyin kötü olduğunu bilmemekteydi.Yani günah fikri henüz onda yoktu.
Diğer bir deyişle Eskimolar gibi neşeli,sağlıklı bir vahşidir.
Ölüleri, ölüye ait eşyalarla birlikte gömülüyor.Buzul çağı insanının öldükten sonra yaşamın devam ettiği inancı vardır fakat yaşadıkları dünya ve öteki dünya hakkında pek fazla bilgiye sahip değillerdir.Bu çağın resimlerinde bir şey üzerinde kafa yormak olmadığı gibi,düşünülmüş soyut anlamda ulvi bir tasarım da yoktur.Tamamen içinde yaşadıkları somut dünyayı yansıtırlar. Devrin sonunda Mezolitik’e gelindiğinde insan artık bizzat kendini gözlemlemektedir.
Resimlerdeki hayvan betimlemeleri azalmış,bunun yerini insanın kendisi almıştır.
İnsanoğlu’nun tüketicilikten üreticiliğe geçmesiyle büyük değişikler başlamıştır.Toprağa yerleşiliyor,köyler kuruluyor.Kalabalık bir insan topluluğunun çalışması,toprağın ürün vermesi fikri,bereket sırrı,ölüm ve doğum üzerine düşünme,tohumun verimliliği üzerine ve hava-güneş-yağmur üzerine oluşan endişeler ortaya çıkıyordu.Mevsimler izleniyordu.Bitkiler gözlemlenirken,yağmur ve rüzgar gibi görünmeyen kuvvetlerin varlığı ise hükmeden bir tanrı fikrini doğuruyordu.Tanrı’nın insanlara hakim olduğu, yiyeceklerini verdiği bereket düşüncesi ile ortaya çıkıyor. İnsan düşüncesi böylece bereket- can –evren tasavvuruna varıyor.İnsanoğlunun kafasında, Buzul Çağının somut dünyası dışında,soyut tasarımlar dünyası oluşmaya başlıyor.Yani diğer bir deyişle insanda kendi bilinci doğuyor.İnsan düşünmeye başlıyor ve tüketici konumundan ,kendi gücü ile varolabilme çabasına geçiyor.Düşündüğü şeylere ad veriyor.Buzul çağı insanının somut dünyası dışında ,mezolitik çağ insanı soyut bir dünya kurmaya başlıyor,.Düşünce sisteminde meydana gelen değişiklikle resmin konusu hayvandan bağımsız hale geliyor.Verimlilik, büyüme,gelişme gibi kavramların nedenleri görülebilir olmadığından,resimde ifadeler semboller aracılığıyla tasvir edilmeye başlanıyor.Örneğin, verimlilik kadın ve su sembolleri ile ifade ederken,bir çemberin dörde bölümü mevsimleri,
Bereket ise yılan ve ay sembolleri ile ifade edilmektedir.Toprağa yerleşmenin bir sonucu olarak kadın heykellerinde çoğalma görmekteyiz.

NEOLİTİK DÖNEM M.Ö. 8000 - 5000
Günümüzden 10 bin yıl önce bu dönemde taş ve topraktan yapılan objelerin yüzeyleri düzgün ve parlatılmıştır. Bundan dolayı bu döneme Cilalı Taş Dönemi de denir.Çağımızın sosyo-ekonomik düzenini oluşturan dönemdir.İnsanoğlunun en büyük devrimlerinden birinin gerçekleştiği çağdır. Bu büyük devrim üretimdir.Üretimin bir sonucu olarak ta sürekli barınmayı sağlayacak ilk köyler bu dönemde oluşur.Eskinin soğuk,nemli,karanlık mağaraları terk edilmeye başlandı.Avcılık ve besin toplayıcılığının yerini hayvan yetiştiriciliği ve çiftçilik aldı.İnsanoğlunun toprağa bağlanışı onu yeni keşiflere yönlendirdi.Önce,güneşte kurutulan çamurun sağlamlığını öğrendi; duvarlar,konutlar yapmaya başladı.Bu devirde kille elle biçim vererek ateşte pişirmek,böylelikle günlük işlerde büyük kolaylık sağlayacak olan çanak çömlek yapmak önemli bir aşamadır.Kişiler ve toplumlara ait mülkiyet kavramı ilk kez bu çağda karşımıza çıkar.Bu çağla birlikte din anlayışı da değişiklik gösterir. Eskitaş insanının av için yaptığı büyü,bu çağda yerini güneş,yağmur ve bereket tanrılarına bırakmıştır.Bu dönem Seramiksiz ve Seramikli Neolitik Dönem olmak üzere ikiye ayrılıyordu.
Asya’da neolitik çağ M.Ö. 5000’den 3000’ün sonuna kadar sürmüştür.Avrupa kavimleri de avcı olup Mezolitik Çağ’a ancak ulaştıkları zamanlarda Ön Asya’da tarım ve hayvancılık en verimli zamanlarına ulaşmıştı.Neolitik devrin kültürü bakır ve bronz çağında da devam etmiştir.
Neolitik devrim ilk kez Yakın Doğuda gerçekleşti.Seramiksiz neolitik dönemin en iyi ve belki de en iyi temsilcileri Güneydoğu bölgemizdeki Çayönü ve Nevala Çori'de saptanmıştır.
Seramiksiz neolitik dönemdeki diğer önemli merkezler şunlardır.
Malatya'nın 40 km kadar doğusunda Fırat kenarındaki Caferhöyük'tür.
Batı'da ise Aşıklıhöyük ve Suberde'dir.
Seramikli Neolitik dönemin en önemli merkezi Konya Ovasında Çumra ilçesi yakınlarındaki Çatalhöyük'tür.Diğer önemli merkez Burdur'un 35km güneybatısındaki Hacılar Höyüğü'dür.
Neolitik dönemle birlikte ilk köy yerleşimleriyle mimarinin varlığından söz etmekteyiz.
Seramiksiz Neolitik dönemde Çayönü Mimarlığının en gelişmiş ve ilgi çekici örnekleri ızgara planlı ve hücre planlı olmak üzere iki ana kümeye ayrılır. Daha erkene ait ızgara planlı yapılar 11* 6.5m boyutlarındadır. Aralarında boşluklar bırakılarak inşa edilmiş olan yapıların tabanları,alttaki taş ızgaraların üstü dallarla örtülüp çamur sıvanarak oluşturulmuştur.Taban altında devamlı bir hava akımı sağlanarak nemin insan üzerindeki olumsuz etkileri önlemeye çalışılmıştır.(3)
Hücre planlı yapılar ayrı ayrı bağımsız birimler halinde inşa olunmuştur.Bu evrede yerleşmenin orta yerinde ilk kent meydanı diyebileceğimiz 45*35m genişliğinde bir alan yer alıyordu.İçinde dikili taşların olduğu bu meydanın çevresini önemli kapılar kuşatıyordu. Bu kapıların en büyüğü 11*10 m boyutlarında ve tabanında beton sertliğinde bir mozaikle kaplanmıştı.(4)
Meydandan uzaklaştıkça evler küçülmekte ve daha yoksul insanların yaşadığı kesimlere varılmaktaydı.Bu bize yerleşmenin düzenli ve önceden tasarlanan bir biçimde kurulduğunu ve bu tasarlamada sosyal farklılaşmanın göz önünde bulundurulduğu dikkati çekmektedir.
Seramikli Neolitik yerleşmelerinden Çatalhöyük'te yerleşim planına bakıldığında, dört-beş ev bir grup oluşturuyor ve bunların arasında tapınak odası bulunuyordu. Tek katlı ve düz damlı konutlar taş ya da ahşap destekli kerpiç duvarlarla birbirine bitişik inşa edilmiştir. Bu konutların aralarında sokak yoktur.Konutların ortasında büyük avlular vardır.
Tapınaklarla konutların planları aynıdır.Her yapı yirmibeş metre kare genişliğinde dikdörtgen bir ana oda ile dar birkaç depodan oluşur.Kapıları olmayan bu konutlara damlardaki açıklıktan ahşap merdivenle girilir.Duvarların üst kısmında,çatıya yakın yerlerde odaya hava ve ışık sağlamak için küçük pencereler bulunur.
Hacılar yerleşim birimindeki evler çatalhöyük’ten daha büyüktür(10.50*6m).Burada duvarların diri üzerine açılmış kapı belki de bu türün ilk örneğini oluşturmaktadır.(5)
Mekan yaratıcı ve doğa süsleyici sanat bu çağa damgasını vurmuştur. Bu çagda mekan yaratma gücü kaplardaki boşlulkla ve pişmiş topraktan yapılan ölü sandukalarında kendini gösterir Bu dönem seramikleri noktalı ve çizgili olarak iki şekilde süslenmiştir.Neolitik Dönemde el sanatlarına baktığımızda kilden ,taştan kap kaçak ve bileziklerin yanında bol sayıda doğal cam(obsidyen) ,az sayıda çakmaktaşı alet bulunmuştur.Baltalar,hançerler,çekiçler ve bıçaklar kaba yontmalarla değil, ince form vermeyle birlikte fonksiyon ve estetik kaygılarında üzerinde durulmuştur.Bir kanıya göre,neolitik çağda taşların cilalanması,madeni aletlerin parlaklığının taşa yansıtılması düşüncesinden doğduğu sanılmaktadır. Kemik ve boynuz uç yapımında kullanılmıştır.Seramikli neolitik dönemde ortaya çıkan Çatalhöyük Seramikleri daima elle biçimlendirilmiştir.Kalın çeperli,ağır ve basit olan kaplar genellikle tek renkli ve akçılıdır.Boya bezemeye çok az rastlanır.Büyük çanaklar,çeşitli türde kaselerin kapaklarında ahşap kullanılmıştır.Kaşık ve kepçeler kemiktendir.Bitki lifi yün ve hayvan kılından karıştırılarak yapılmış dokumalar,keçe,kürk ve derilerin yanında sepetçiliğin varlığı bilinmektedir.
Neolitik devirde insan için bereket ve üretimin sembolü olan tanrı ana heykellerine rastlanır.İki leoparın oluşturduğu tahta oturan şişman tanrıça yapılanlar içinde en ilginç olanıdır. Bunun dışında tanrı ana heykelleri çıplak ve yatmış-çömelmiş-uzanmış ve doğum yaparken tasvir edilmiştir.Tanrı ana heykeline Akdeniz ve Yakın Doğu ülkelerinde neolitik dönemde rastlanmıştır. Bu durum tanrıçanın büyük kitlelere egemen olduğunu gösterir.Hitit'ten Roma çağı bitimine kadar rastlayacağımız Kybele adlı tanrıçanın bu ilk şekli M.Ö. 7000'te orta Anadolu’nun güney bölgelerinde neolitik devirde ortaya çıkmıştır.
Neolitik Devirde patlayan Hasan dağı çevresinde resmedilen çatalhöyük kasabası tarihin bilinen en eski manzara resmi olması bakımından önemlidir.Çatalhöyük'te sayıları 63'ü bulan tapınaklarda duvar resimleri ve kabartmalarla karşılaşıyoruz.Kırmızı,sarı,yeşil,siyah boyalarla yapılmış duvar resimlerinde dans eden avcılar,ellerini havaya kaldırmış insanlar,kafası kopuk insanlara saldıran akbabalar,boğa tasvirleri ve lav püskürten Hasan Dağı önündeki Çatalhöyük kasabası gibi ilginç konularla karşılaşılır.
Neolitik Çağına özgü bir olgu olarak mezar yapıtları karşımıza çıkar.Önceleri pişirilmiş topraktan yapılırken zamanla toprağın yerini taş almıştır. Taştan oyularak hazırlanmaya başlanmıştır.Bu taştan sandukalara sarkofaj yada lahit denmiştir. Zamanla bu sarkofajlar büyümüş ve oda halini almıştır.İri taşlardan ve tek parça bir çatı taşından yapılan bu mezar odaları dolmenlerdir.(Dol=masa, Men=taş)
2-4m yükseklikte 4 metre karelik bir odadan oluşur.Tek dolmenler önemli kişilere mahsus mezar yapılarıdır.Mütemadi olanları ise halka ait genel mezarlar niteliğindedir.Bunlar yan yana dizilmiş dolmenlerden oluşmuştur.Uzunlukları bazen 25 m’yi bulmaktadır.
Menhirler (Men=taş, hir=direk) hangi amaçla dikildiği belli olmayan yontulmuş taşların dikine konulmasıyla meydana gelmiş mezar anıtlarına diğer bir örnektir.Özellikle Britanya da bu tarz anıtların 4,25m kalınlığında 19-20.50m yüksekliğinde 260 ton ağırlığında olanları vardır.Dev hassa boyutlarından bu dikilitaşların anıtsal bir anlam taşıdıklarını çıkarabiliriz.Tarihte menhirler dikilitaşların ve kolonların başlangıcı sayılmaktadır.
Avrupa’da birer toprak tepeden oluşmuş Tümülüs mezar yapılarına rastlanır.Orta Asya’da ise bu yapılar Kurgan adını almaktadır.Mısır ve Etrüsteki mozolelerin aslı sayılan tümülüsler Avrupa’ya Keltler vasıtasıyla gelmiştir.Tümülüsler dolmenli galerilerin üzerlerinin toprak yığınıyla örtülmesiyle meydana gelmiştir.Kısaca dolmenin anıtlaşmış şekli ifadesini Tümülüs için kullanabiliriz.Planları yuvarlak olup,dıştan konik veya çan biçimlidir.Dip genişliği 200 m’dir.
Neolitik devirde güneş kültü önem kazanmaya başlayınca insanlığın ilk din evi olan, toplantı yeri olarakta işlev gören, yuvarlak şekilde sıra ile dizilmiş menhirlerden oluşmuş taş anıtlar Kromlek diye adlandırılır.Fransa,Britanya,İsviçre ve Danimarka civarlarında rastlanan kromleklerin 50-60m çapında olanları vardır.EN ünlüsü İngiltere’de Salisbury yakınlarında ki Stongehenge’dir.Bunun çapı 32.50’dir.Yüksekliği ise 6.70m ‘dir.Bu taş anıt neolitik devir ile Bronz çağ arasına yani M.Ö. 2000’nin başlangıcına aittir.Bu yapıda hava olaylarının durumuna göre kurban kesilirdi.Örneğin, güneş çıkmadığı zamanlarda kötülük yaptıklarına inanırlardı,affedilmeleri için kurban kesilirdi.

KALKOLİTİK DEVİR M.Ö. 5500-3000
İ.Ö. 5 bin yılın ikinci yarısına tarihlenen bu devirde bakır aletler taşın yerini almıştır.Erken,orta ve geç olmak üzere üç evreye ayrılır.
Kalkolitik dönemde Hacılar,Beycesultan,Kuruçay,Can Hasan,Tülintepe,Mersin-Yümlük Tepe önemli yerleşim merkezleri arasında yer alır.
Konya Ovası ve Göller Yöresi Neolitik kültürlere son veren büyük bir yangından sonra ilerici üretici dönemde de denen kalkolitik dönemde mimarlık açısından Can Hasan Höyüğü önemli bir yerleşmedir.Bu höyükte büyük bina külliyeleri ile 2m kalınlığında kerpiç duvarlı,dikdörtgen yada kare planlı evler saptanmıştır.Kapısı olmayan bu evlere Neolitik çağda çatalhöyük'te olduğu gibi tavandan ahşap merdivenle girilip çıkılır.
Diğer önemli bir merkez Doğu Anadolu’daki 180 kişilik nüfusuyla 35 hanelik köy olduğu varsayılan Tülintepedir.Dışa karşı korunma önlemine gerek duyulmayan köyün kerpiç duvarlı ve dörtgen planlı yapıları iki odalı ya da çok odalıydılar.Yapı birimleri kimi kesimlerde yoğunlaşarak mahalleler oluşturmuştur.Tülintepe kalkolitik dönem boyunca Mezopotamya ve Kuzey Suriye'nin Halaf ve Obeyn kültürlerinin etkisindeydi.
Geç kalkolitik yerleşmelerinden en önemlisi Denizli'nin Çivril ilçesi yakınlarındaki Beycesultandır. Geç Kalkolitik Dönemdeki Diğer önemli merkez Aphrodisiastır.Bu iki merkeze Boğazlar üzerinden gelen bir takım göçmenler yerleşti.Bu yeni halk göçebe değildi.Ziraatı,hayvancılığı ve dokumacılığı biliyorlardı..Kerpiçten yapılmış dikdörtgen planlı,tek odalı ve düz damlı evlerde yaşıyorlardı.Zaman zaman sundurmalı kapılarla avlulara açılan bu evlerde ocaklar, ambarlar,bazen de sekilere yer verilmiştir.
Erken kalkolitik dönemde seramiklerde en belirgin özellikle geometrik ve fantastik motiflerle son derece ustaca bezenmiş olmalarıdır.
Hacılar da bulunan boyalı kaplarda aynı biçimleri yineleyen eşit oranda boyalı ve tek renkli olmaları dikkat çeker.Açık zeminin üzerine koyu kırmızı ya da kahverengiyle yapılmış bezemeler içeren boyalı tür yalnızca Anadolu’nun değil,tüm Yakın Doğu ve Ege dünyasının en özgün seramikleri arasındadır.
Geç Kalkolitik Dönem seramiklerinde önceki dönemin özenli ve ince boyalı kaplarına kıyasla belirgin bir farklılaşma oluşur. Seramikte siyah zemin üzerine beyaz boya ile yapılmış koşut çizgilerden oluşan bezemeler dikkat çekicidir.(6)Bu seramik türüne Sisam,İstanköy ve Limni adalarında,güneydoğuda Can Hasan ve Mersin-Yümlüktepe’de rastlanmıştır.
İkiztepe göçlerle nüfusun artığı geç kalkolitik dönemde önemli bir merkezdir.Bu yerleşim bölgesindeki seramikler koyu gri renkteki zemin üzerine beyaz boya ile yapılmış geometrik süsler ve kazıma motiflerin içine beyaz macun doldurularak(enkrüstasyon) bezenmiştir.
Geç Kalkolitik Dönemin sonlarına doğru Suriye ve Mezopotamya’dan alınan çömlekçi çarkının kullanıma girmesi seramikte önemli gelişmelerin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Güney etkili açık renk seramiğin yanında,bölgenin koyu yüzlü açkılı,el yapımı kaba kapları da oldukça yoğun olarak kullanılmıştır.
Kalkolitik Dönemin sonlarına doğru stilize gövdeli,mermerden bir idol türü bir sonraki Tunç Çağının soyut figürlerine geçişi belirlemesi açısından dikkat çekicidir.

TUNÇ ÇAĞI M.Ö. 3000 – 1200
Bu yeni dönem,önceki çağların tarım,dokumacılık,çömlekçilik vb. buluşlarına, daha etkili silahların üretilmesini,daha ince süs eşyalarının yapılmasını olanaklı kılan %90 bakır ve %10 kalay alaşımını yani tuncu kullanmasından dolayı bu çağ Tunç Çağı olarak adlandırılır.Tunç Çağı İlk,Orta ve olmak üzere üç evreye ayrılır. Kalkolitik Dönemle başlayan göçlerle nüfuzdaki artış sosyal-siyasal açıdan değişiklerin ortaya çıkmasına neden oldu.Aşağı Mezopotamya ve güneybatı İran’da Sümer ve Elam gibi devletler belirmeye başladı.Tunç çağında Anadolu’da yaşayan en büyü devlet Hititlerdi. Yavaş yavaş oluşan bu gelişmelerin sonunda yazının( M.Ö. 4 bin yıl önce) keşfi izledi. Yazıyla birlikte hammaddelere duyulan gereksinimle ticaret dışa açılamayan kültür geleneğine son verdi.Ülkelerin birbirleriyle olan ilişkileri güçlenerek yepyeni bir döneme girildi.
Bu dönemde de Beycesultan, İkiztepe ve Aphrodisias yerleşim merkezlerinin devamını görüyoruz. Bu yerleşim merkezlerinin dışında en önemli merkezlerden biri Troia’dır(9 kattan oluşur.)Yozgat yakınlarındaki Alişar, Eskişehir ovasındaki Demircihöyük, Çorum yakınındaki Alacahöyük ve Kayseri yakınlarındaki Kültepe dönemin önemli merkezleri arasındadır.
Anadolu’nun diğer bölgelerinden farklı bir gelişim izleyen Doğu Anadolu’da Tunç Çağlarının başında Kuzey Suriye ve Mezopotamya etkisi altındaydı.Taş temel üzerine kerpiç duvarlı,tek bazen de çift odalı evlerde yaşayan bu halkın geçiminde avcılığın önemli bir yeri vardı.
Troia yerleşim biriminde Heinrich Schliemann tarafından19 yy. başlatılan kazılarla Anadolu’da ilk kazı çalışmaları başlamıştır.Troia da merkezde krali yapılar ve bunun etrafında daha küçük yapılar ve bu yapıları çevreleyen korunaklı sur duvarlarından oluşmaktaydı.Merkezde bulunan ve megaron denilen yani kare ya da dikdörtgen olabilen bir iç mekan ile bir ön dehlize sahip,ikisi arasında bir kapının yer aldığı,içinde bir ocak bulunan yapılar Ege mimarisinin ana mimari planının en eski örnekleridir.Surlar kulelerle desteklenmiş ve girişler anıtsal kapılardan olmaktadır.
Bu dönemde Beycesultan’da Troia gibi, sur niteliğinde bir duvarla çevriliydi.Bu duvar içindeki, taş temel üzerine kerpiç duvarlı,megaron türündeki yapı kalıntıları geç kalkolitik dönem’dekilerin bir devamıdır.
Dönemin çarpıcı yerel özelliklerinden biri küçük ev sunaklarıdır.Genellikle kutsal alanların ortasında yer alan bu sunakların gerisinde kerpiçten iki stel yükselir. Bunların arasında sıvı adakları için bir çukurluk,önde ise kilden yapılmış bir çift kutsal boynuz yer alır.Plan açısından evlerden farklı olmayan bu sunaklı mekanlar megoran planlı ve görkemli tapınakların öncüleridir.(7)
Orta Anadolu kültürleriyle Güneydoğu Avrupa kültürleri arasında bir köprü görevi yüklenen Eskişehir ovasındaki Demircihöyük 70 m çapında alçak bir teras duvarıyla kuşatılmış 15-20 kadar evden oluşan küçük bir köy durumundaydı.Evler iki odalıydı ve içlerinde ocağa yer verilmişti.
İlk Troia yerleşmesinde seramiklerde çarkın kullanılmadığı dönemlerde seramiklerin büyük bölümü koyu renkli ve iyi akçılıdır..Koyu zemin üzerine beyaz boya ile yapılmış bezeme oldukça enderdir.Kimi çanaklarda tutanaklar kazınarak insan yüzü biçimine sokulmuştur. İkinci Troia evresinde çömlekçi çarkı ilk kez kullanılmıştır. Dönemin en yaygın ve severek kullanılan seramiği H. Shliemann’ın depas amphikypellon olarak tanımladığı ince ,uzun gövdeli ve çift kuplu kadehlerdir.(8)Çömlekçi çarkının serbestçe kullanımıyla sığ kaselerin diplerinde görülen kırmızı boyalı haç motifi tunç çağının sonlarına ait bir özelliktir.
Tunç çağında Alişar 3 yada Kappadokia boyaları denen seramikler ilgi çekicidir.Alişar, Kültepe ve Alacahöyük’te rastlanan bu seramikler el yapımıdır.Devetüyü renkte akçılı zemine koyu kahve yada siyah boya ile yapılmış bezeklerle şenlendirilmiştir.
Tunç çağında mezar armağanları olarak karşımıza çıkan objelerin en ilginç olanı Alacahöyük’te ele geçirilen yanlışlıkla Hitit Güneş Kursuda denen boğalı ve geyikli disklerin oluşturduğu bu eserdeki boğa geyik gibi hayvanlar sonraları Hitit tanrılarının kutsal hayvanları olarak görülecektir.(9)Son derece karmaşık ve gelişkin dövme ve dökme teknikleriyle üretilen bu eser Anadolu halkının M.Ö. 3 bin yılın ikinci yarısı içinde ulaştığı ileri teknoloji en canlı tanığıdır.
Samsun’un Bafra ilçesi yakınlarındaki İkiztepede mezar armağanı olarak ele geçen arsenikli bakır alaşımından yapılmış çok sayıda silah,alet ve takı türleri bağımsız bir madencilik okulunun varlığını gösterir.

DEMİR DEVRİ
M.Ö 1200’den sonra insanlık tarihinin en önemli gelişmelerinden biri olan, doğada az bulunan ve işlenmesi kolay olmayan demirin kullanılmasıdır.Demir ilk olarak Ön Asya’da,Anadolu,Suriye’de ve Mısır’da kullanılmıştır.Hitit imparatorluğunun bu çağ da son bulmasıyla Anadolu irili ufaklı güçler arasında paylaşılmıştır.
Demir madeninin kullanımı M.Ö. 2. bin yılın ikinci yarısından itibaren giderek yaygınlaşmıştır.M.Ö. 9. yüzyılın sonlarına gelindiğinde tüm silahlar ve çoğu aletin yapımında demir üstünlük sağlamıştır.Yazının bulunmasıyla birlikte demir devri son bulmuştur(M.Ö.3200)